Duyguların sahibi ruhumuz mu? Güruhumuz mu? Kaygılarımız yoksa sabrımız mı? Nedir?
Cevapsız soruların ardı arkası kesilmiyor. Kifayetsiz kalmış tümcelerin ise nesli tükenmiyor.
Bilinene yaklaştığını hissettiğin anlarda irkilip, tökezleyip doğrulduğun o anda. İşte tam o anda, vurulmuşa dönüyorsun. Savruluyor ruhun.
Sebepsizce gözlemliyor. Ruhun uyanıyor, bedenin savruluyor. Akreple yelkovan ise devinimini bıkmadan sürdürüyor. Bitmiyor sanıyorsun süreç. Biteceği gün ne olabilir ki? Garip sorularla doluyor ruhun. Gözlemleri boşa mı? Neden ki? Ne zamana kadar? Zaman neydi? Uzay-zaman ikileminde savrulan gezegenler ve gök cisimleri gibi. Duygusallığa itiyor insanı ruhun. Hepsini aynı anda tek bir noktada hizalı görsek? Ne olurdu ki?
Ruhun geçen zamanda acı çeke çeke öğreniyor. Neyin doğru? Neyin yanlış olduğunu. Nihayetinde huzura ererek gözlemini etkisizce sürdüyor.
Bedenin de hissediyorsun duyguları. Anlamlandıramıyorsun.
Adeta sel gibi akan debisi yüksek arzuların pik seviyesine ulaşmışçasına. Delirtiyor bedenine tekrar ziyarete gelen ruhunu. Ruhun artık farklı. Bedenine bakıyor. Gururla, birazda hüzünle. Neden geç vakti buldu ki? Sonra iyimserlik kaplıyor. İyi ki geç olmuş, değeri yükselmiş. Tüm duygularıhad safhada yaşıyorsun.
Duvarlardan gelen o sesler, Duvarları tahrip edip yıkan, top tank tüfek değil, duvara kazınan harflerin irkilmesi.
Duvar sağlam. Yıkılmıyor. Yıkılmadı ve yıkılmaz. Ama duvara kazınan her harf seni o zincirlerden kurtaracak hissiyatı. Biraz olsa da, güzel değil mi?
İşte bu aranılan kaçış, özgürlüğe, istediğine, Rüzgarın yönünde salınıma. Nihayetinde mutluluğun izlerini takip etmek. Ulaştığın Nirvana da huzurla beklemek. Biraz içsel, Biraz tinsel. Tamamen özgür iradenin eşliğinde, çok sıcak yaz günlerinde serinleten hafif esen rüzgar gibi. Aradığın duyguyu bulduğunda sarıl sıkıca. Bırakma.
Gelmez tekrar. Bir sörfçünün beklediği dalga misali.
Ve hiç gelmeyedebilir.